9 Eylül 2011 Cuma

TUTUMLULUK VE TOPLUMSAL DEĞERLER



Harcamayı bilemediğimiz en büyük şeylerden biri de (belki de çoktan kaybettiğimiz) manevi duygularımızdır. Sanki hiç tükenmeyecekmiş gibi har vurup harman gibi savurduğumuz sevgi, saygı, hoşgörü, iyi niyet, sadakat, paylaşma, emanete sahip çıkma, inanma, dostluk, arkadaşlık, aileye bağlılık, arkadaşlığa, dostluğa sadakat gibi duygular. Daha bunlara eklenebilecek onlarca duygunun kıymetini bilmeden, dilediğimiz gibi savurganca kullanıp geriye dönüp baktığımızda elimizde avucumuzda hiçbir şeyin kalmadığını görüp sadece hayıflanarak zamanımızın da büyük bir bölümünü harcarız. Oysaki hayat(insan) yukarıda saydığımız ve bu günlerde dünya insanlarının harcamaktan hiç de çekinmediği duygulardan ibarettir. İnsan bu duygularla vardır. Hayat bunlarla anlamlı ve yaşanır hale gelir. Son yılarda insanlar tarafından bu duygular tamamen yok sayılarak ya da var olanlar da suiistimal edilerek hayat sanki sadece para ve varlıktan ibaretmiş gibi bir mahiyete büründürülmektedir. İnsanlar saniyesinde sevip aynı saniyede de nefret edebilmektedirler birbirlerinden. Birbirlerine menfaatlerinin ebatları kadar bağlı ve sadık kalabiliyorlar. Oysaki bu şekilde yaşanılan çevrede insanı insan yapan manevi değerleri kaybederek kendilerini yalnızlaştırıyorlar. Kimse kimseye hiçbir şeyini emanet edemiyor. Kapılarına çelik kapılar, kalplerine de çelikten buz gibi şüpheler takıyorlar.
      Bir kez hoşgörü ile karşılanan bir davranış taaki birbirlerine kılıç kalkan çekip, aradaki bağları kırıp dökene kadar devam ettirilmektedir. Sonuç ise temeli uzun zaman önce bile atılmış olsa bir arkadaşlığın ya da dostluğun bitişi oluyor. Yarın tekrar bir arkadaşa dosta ihtiyaç duyduklarında ise yeni birilerini aramak zorunda kalıyorlar. Tabii daha önce ona da aynı şey yapılmamışsa ya da yarın yapılmayacaksa.
      Son yıllarda boşanma ve aile yıkımlarının sebebi de yine suiistimal ve kolayca harcanıp yok edilen duygular. İnsanlar birbirlerine maddi güçleri kadar bağlı. Para varsa mutluluk yoksa huzursuzluk var diyecek kadar pervasızlaşmakta insanlar. Erkeğin inanırlığı ve güvenirliği maddi gücü kadar görülmekte. Önceden iyi bir maddiyata sahip olsa bile zaman onu yıpratmışsa iyi günde kötü günde dediği hayat arkadaşı tarafından acımasızca suçlanıp eleştirilmekte hatta devamında sorunlarıyla baş başa bırakılmaktadır. Bunun adı da hayatına sahip çıkma olarak savunulmaktadır kadın tarafından. Bu günlerde televizyonlarda görüyoruz (çöpçatan programlarında). İkinci, üçüncü, dördüncü hatta beşinci eşini arayan hanım ve beylerle dolu. Hiçbirinin maddi gücümü yeterli değildi. Tabii ki hayır. Sorun; kaybedilen, kazanılmadan kaybedilen, ya da hiç önemsenmeyen duygular. Yani kolay harcanmış ve harcanmakta olan manevi değerler.
       İnsanlar sevgi ve nefretlerini bile hemencecik harcayabiliyorlar. Sevdiler mi sonuna kadar, hemen sevip yıllar sonra söylemeleri gereken sevgi sözcüklerini hemen oracıkta peş peşe sıralayıveriyorlar. Cümlelerini en güçlü pekiştireçlerle destekleyip güçlendirerek. Daha karşılarındakinin kim, ne, nereli olduğuna bakmadan. Kızgınlıklarında da nefretlerini aynı ölçüde acımasızca haykırıyorlar saniyelik ya da köklü sevdiklerine. En son söylemeleri gereken ya da hiç söylememeleri gereken şeyleri en başta bir çırpıda söyleyiveriyorlar. Yıkıp geçiyorlar sevdiklerini, bozguna uğratıyorlar bütünüyle duygularını.
      Aileye bağlılık denen o güçlü bağ, annelerin kırk yaşına da gelsen sen benim o küçük oğlumsun (kızımsın) dediği evlenip para ve eş sahibi olan o büyük bey ya da bayanlar tarafından herkes yuvasını bilmeli bahanesinin arkasına saklandırılarak bir çırpıda yok ediliveriyor. Fazla masrafa gerek yok ev alacağız, araba alacağız bayramlarda; bide başları dara düşünce gideriz olan bağlılık daha sonra, çalışıyoruz bizim zamanımız yok huzur evleri ne güne duruyor ile son buluyor.                                       

                                                                                                           NEJLA ASLAN

Hiç yorum yok: